Ömür Gürsoy ‘Ahmet Davutoğlu’nu mülteci sorununun baş aktörü göstermek kul hakkına girmektir’
- İstanbul Gündemi
- 21.06.2022 - 16:11
Göçmenler sorunundan ekonomiye, yerel ve genel seçimlerden Gelecek Partisi’nin bulunduğu konum ve hedeflerine ilişkin birbirinden çarpıcı ifadeler kullanan Gürsoy, partisinin mülteciler ile ilgili politikası hakkında da konuştu.
Ömür Bey kendinizi tanıtır mısınız?
“1981 yılında Ankara’da doğdum. Aslen Ordu Mesudiyeliyim. Anne-Babam memur olduğu için çocukluğum Tokat’ın Erbaa ilçesinde geçti. 1998 yılında Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’ne başladım, 2004 yılında bu bölümden mezun oldum. Fransa’da burslu olarak Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yaptım. İstanbul Üniversitesi’nde başladığım Doktora çalışmalarımı iş hayatımdaki yoğunluk dolayısıyla yeterlilik aşamasında yarıda bırakmak zorunda kaldım. Türkiye’de çeşitli bankalarda uluslararası bankacılık alanında çalıştım. Yine yurtdışında Cezayir ve Fas’ta üretim ve taahhüt firmalarında finans ve ülke yöneticiliği yaptım. Şu anda Irak’ın Erbil şehrinde yerel bir bankanın Uluslararası Bankacılık Bölümünde yöneticiyim.”
Türkiye’de ve İstanbul’da Göç Sorunuyla ilgili çalışmalarınız olduğunu biliyoruz, bize bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
“İstanbul İl Başkanlığımızca oluşturulmuş İstanbul Gelecek Meclisi’nde Göç, Göçmen ve Mülteciler Komisyonu’nda görev almaktayım. Bir süre önce “Yükselen Göçmen Karşıtlığı Bağlamında Göçmen Nüfusun İstanbul’a Uyum ve Entegrasyonu” konulu bir çalışmayı tamamladım. Önce sağlam bir teorik çerçeve oluşturduk, daha sonra Türkiye’de göç olgusunun tarihi seyrini ve bugününü ele aldık. 2. olarak İstanbul’un göçle imtihanını detaylı olarak anlatıp son bölümde çözüm önerilerimizi sunduk.”
Yani herkes, Göçmenler nasıl ülkelerine geri gönderilecek diye sorarken, siz göçmenlerin İstanbul’a uyum ve entegrasyonunu mu ele aldınız?
Bakın, Avrupa yarım asırdır göç politikaları üretiyor. Bugün Avrupa’nın en büyük imtihanı göçtür. Hatta size daha iddialı bir şey söyleyeyim. Avrupa Birliği’nin geleceği, tek tek üye ülkelerin ve bir bütün olarak Birliğin göçmenlerle ilişkilerinden geçmektedir. Aynı şekilde, Avrupa’da göç sorununun ele alınışıyla, Türkiye’nin Birliğe üyeliği arasında yakınlık ve benzerlikler bulunmaktadır; ayrımcılık, tahammülsüzlük, hazım kapasitesi vb. kavramlar bu türden benzerliklerden sadece birkaçıdır. Avrupa yabancılarla yaşamaya alışmış bir kıta değildir. Hatta, 20. yüzyıla kadar Avrupa’nın göçmenleri de Avrupalıdır. İstanbul ise birçok imparatorluğa başkentlik yapmış olmasının doğal bir sonucu olarak çok kültürlülüğün merkezi olmuş bir şehirdir. Öyle ki, bundan 100 yıl önce İstanbul’da Müslüman ve Gayr-i Müslim nüfus neredeyse yarı yarıya idi.”
“Yabancı düşmanlığı beni hem üzüyor hem de kızdırıyor”
Bugün geldiğimiz noktada, çok net söylüyorum, böyle bir mirasın üzerinde kurulmuş bir ülkede, Avrupa’yı bile aşan ırkçı söylemlerin, yabancı düşmanlığının güç kazanması beni hem üzüyor hem de kızdırıyor. Göçmen ve mültecilerle ilgili olumsuz şehir efsaneleri inanılmaz derecede yaygınlaştı. Sosyal medya ve diğer mecralarda üretilen mülteci korkusu sokağa da sirayet etti. Göçmenler de doğal olarak kendilerinin istenmediğini bildiği için var olan sisteme paralel sistemler kurdu; kendi dükkânı, kendi kafesi, kendi sağlık ağı, kendi işyerlerini kurdular. Bu ise neye sebep oldu biliyor musunuz? Zaten seküler-dindar, Sünni-Alevi, Kürt-Türk onlarca gruptan oluşan Türkiye toplumu, bugün artık neredeyse birbirine dokunmayan, paralel hayatlar süren yeni bir toplumsal gruba, yani mülteci ve göçmen toplumuna da sahip oldu.”
“Türkiye göç almaya devam edecektir”
“Hükümetin romantik Ensar-Muhacir yaklaşımı ile bir kısım milliyetçi kesimlerin “tüm Suriyeliler ülkesine gönderilsin” yaklaşımı arasında gel-git yaşayan toplumun göçmen nüfusa bakışı travmatik ve gittikçe hastalıklı bir hal almaktadır. İki marjinal görüş öyle bir noktaya ulaşmıştır ki bir kısım siyasiler “göçmenler olmasa ekonomi çöker” derken başka siyasetçiler hedef gösteren, ırkçı ve nefret söylemleri içeren beyanlarda bulunmaktan geri durmuyorlar.” Bu öyle bir noktaya ulaştı ki, Göçmen Düşmanlığı dışında başka hiçbir söylemi olmayan bir siyasi parti bile kuruldu yakın zamanda. Ben bu sorunun daha gerçekçi bir bakış açısıyla ele alınmasını savunuyorum. Ne göçmenlerin tamamının bir çırpıda ülkelerine gönderilmeleri mümkün, ne de tamamının ilelebet Türkiye’de kalması. Ancak önümüzde bir gerçeklik var; o da bu göçmen nüfusun bugünden yarına azalmayacağı ve bir kısmı ülkesine dönse bile çok önemli bir göçmen nüfusun Türkiye’de kalmaya devam edeceği. Ayrıca, bu meseleye sadece Suriyeli göçmenlerle sınırlı kalarak bakamayız. Türkiye’nin kapsamlı bir göç politikasına ihtiyacı var. Türkiye tarih boyunca Kafkasya’dan, Balkanlar’dan, Ortadoğu’dan, Orta Asya’dan, Afrika’dan göç alan bir ülke olagelmiştir ve almaya da devam edecektir.”
Ahmet Davutoğlu Suriye Politikası dolayısıyla Türkiye’deki Göçmen Sorununun baş müsebbibi olarak görülüyor, bu konuda ne söylemek istersiniz?
“Cevaplamayı çok istediğim bir soru sordunuz. Bu vesileyle bu konuda da bir açıklama yapmak isterim. Sizin de söylediğiniz gibi, birincisi katı ideolojik yaklaşım dolayısıyla, ikincisi Ahmet Davutoğlu’na yönelik, Fetö, PKK ve Pelikan Çetesinin organize bir itibar suikastı yüzünden maalesef kamuoyunda çok yaygın olarak böyle bir kanaat vardır. Geçmişe dönük hafızalarımızı tazeleyelim, basın arşivine şöyle bir göz atalım; göreceğiz ki Türkiye Suriye’de iç savaşın önlenmesi için en çok çaba gösteren ülke olmuştur. Hatta öyle ki, Amerika ve tüm Avrupa ülkeleri Esad’la görüşmeye devam ettiği için kişisel olarak Davutoğlu’nu adeta linç etmek istemişlerdir. Batılı ülkelerden Şam’a en son giden Dışişleri Bakanı da Davutoğlu’dur.
Yani tüm Batı ve Körfez sermayesi Suriye’deki sokak olaylarını körükleyerek, Esad’ın devrilmesini planlarken, Ahmet DAVUTOĞLU böyle bir durumda sadece Türkiye’nin değil, tüm bölgenin yıllarca sürecek bir çatışma ve istikrarsızlık sürecine gireceğini söyleyerek, daha fazla diyalog, diplomasi ve demokrasiyle bu sorunun çözülmesini savunmuştur.”
“Ahmet Davutoğlu başbakanlıktan ayrıldığında Türkiye’de mülteci sayısı 2 milyondu”
“Suriye’de silahlı çatışmayı körükleyen ve ülkeyi iç savaşa sürükleyen Batı ülkeleridir, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere Rusya’dır, İran’dır. Kusura bakmayın, çatışmaya sahada doğrudan taraf olmuş bu kadar ülke varken, Suriye’de savaşın sorumlusu Türkiye’dir, Davutoğlu’nun izlediği politikalardır demek haksızlıktır. Ayrıca, Davutoğlu Dışişleri Bakanı olarak diplomasinin sorumlusudur, sınırları koruyacak olan kolluk kuvvetleridir; tek başına Davutoğlu’nu böyle bir krizin baş müsebbibi göstermek de insafsızlıktır. Dikkat çekmek istediğim bir başka konu daha var. Ahmet Davutoğlu 2016 Mayısında başbakanlıktan ayrıldığında Türkiye’de mülteci sayısı 2 milyondu. Avrupa Birliği ile “Geri Kabul Anlaşması” imzalanmıştı. Neydi bu anlaşmanın kapsamı? Türkiye topraklarında bulunan 1 milyon Suriyeli Avrupa’ya gönderilecekti. Kayıtsız şartsız, Türkiye’nin seçtiği 1 milyon Suriyeli AB ülkelerine gidecekti. Hatta Almanya bu mültecilerden hangi ülkeye kaç tane gönderileceğine dair üye ülkelere kotalar dikte ediyordu. İlk gruplar Kamplardan alınarak uçaklarla Almanya ve Finlandiya’ya gönderilmişti. Bunun karşılığında Türkiye, kara ve deniz sınırlarından kaçak yolla Avrupa’ya giden tüm göçmenleri geri kabul edecekti ki, bunun sayısı on binlerle sınırlıydı. Dolayısıyla o tarihte 2 milyon olan Suriyeli sayısı 1 milyona düşecekti, yani yarı yarıya düşecekti. Üstelik Halep gibi Suriye’nin en büyük metropolü korunacak ve yeni bir mülteci akını önlenecekti.”
“Davutoğlu’nu bu derece mülteci sorununun baş aktörü göstermek kul hakkına girmektir”
“Fakat, buraya dikkat edelim, 2016 Kasım’ında, Cerablus karşılığında, Halep’in rejim güçlerine bırakılmasından sonra, yani Davutoğlu Başbakanlıktan ayrıldıktan 6 ay sonra, 1.5 milyon mülteci daha Suriye’den Türkiye’ye gelmiştir. Sonuç olarak, bugün 4 milyon olan Suriyeli sayısı en fazla 1 milyon olacaktı. Herkesi bu konuda insaflı olmaya davet ediyorum. Davutoğlu’nu bu derece mülteci sorununun baş aktörü göstermek aynı zamanda kul hakkına girmektir.”
Peki Ömür Bey, bu kadar düzensiz göçmeni kabul etmek zorunda mıydık?
“Neden bu kadar çok sayıda mülteciyi kabul ettik sorusuna yanıt vermek istiyorum. Mülteci konusu hem hukuki hem de vicdani bir konudur. Mülteci konusu hukukidir, zira dünyanın neresinde olursanız olun; savaştan kaçan insanlara sınırınızı kapatamazsınız. Böyle yaparsanız, taraf olduğunuz tüm insan hakları sözleşmelerine ve konvansiyonlarına aykırı hareket etmiş olursunuz. İnsancıl hukuku da çiğnemiş olursunuz. ABdahil hiçbir ülke sınırını kapatmadı ancak düzenli hale getirmek için çözümler üretme yoluna gitti. Savaştan kaçan genç, yaşlı, çocuk, kadın kim olursa olsun, sizin ülkenize sığınmak istemişse onlara kapınızı kapatamazsınız. Çeçenistan Savaşı’nda da, Körfez Savaşında da, Bosna Savaşı’nda da kapatmadık/kapatamadık.”
“Göçmen düşmanlığı ile eleştiri hakkı bambaşka konulardır”
“Bugün Avrupa’da Türkofobi ve İslamofobi, yani Türk ve İslam düşmanlığına nasıl karşı çıkıyorsak, Türkiye’de de göçmen düşmanlığına karşı çıkıyoruz. Bu, bir insana sırf etnik kökeninden dolayı var olduğu için düşmanlık etmektir, bir insan hakkı ihlalidir, en temel insan hakkı olan “yaşam” hakkına karşı işlenen cinayetten sonra işlenebilecek en ciddi suçtur. Bu kadar net söylüyorum. Elbette, göç konusunda izlenen politika eleştirilebilir, en ağır şekilde eleştirilebilir. Ancak, göçmen düşmanlığı ile bu eleştiri hakkı bambaşka konulardır. Biri düşünce hürriyetidir, diğeri insan yaşamına ve varlığına yönlendirilmiş düşmanlıktan başka bir şey değildir. Sonrasında, bu göçmenlerin kayıt altına alınamaması, ülke içinde hareketlerinin kontrol altına alınamamış olması, düzgün bir uyum politikasının tesis edilememiş olması Ahmet Davutoğlu’nun sorumluluğunda değildir. Büsbütün bunu bir kişiye mal etmek bu bakımdan da asla kabul edilebilir bir isnat olamaz.”
Peki, bugüne geldiğimizde, Göçmen Sorununa nasıl bir çözüm önerisi sunuyorsunuz?
“En kolay soru bu oldu Göksenin Bey. Bunun çözümünü Bolu Belediye Başkanı da Zafer Partisi Genel Başkanı da yıllardır söylüyor. Çok rahat çözülebilecek bir mesele bu. Otobüslere yükleyeceksiniz hepsini, yollayacaksınız Suriye’ye. İstihza ediyorum tabi ki… Bu soruyu da Ahmet Davutoğlu’nun mülakatlarından alıntılayarak cevaplayayım. Türkiye’nin Suriye ile 911 km sınırı vardır ve Yayladağı ile Lazkiye arasındaki dar bir hat hariç, sınırın karşı tarafında rejimin kontrolü altında olan bölge yoktur. Ya Amerika ya Rusya ya Türkiye ya PYD vardır. Cerablus’a götürdünüz yine Türkiye’nin kontrolünde, İdlib’e götürdünüz yine sizin kontrolünüzde. Telabyad’a çıkardınız, orada da PYD var. Sınırlarının kontrolünü neredeyse tamamen kaybetmiş, hakimiyet kurduğu alanlarda ise, Rusya ve İran desteğini çekse, kontrolü 72 saatte başka bir güce kaptıracak olan varlık sebebini yitirmiş bir rejimden bahsediyoruz.”
“Bu kadar ütopik olmayalım”
“Velev ki bu rejimle anlaştınız, 4 milyona yakın Suriyeliyi götürdünüz… Allah aşkına kardeşi, babası veya başka bir yakın akrabası rejim tarafından öldürülmüş, işkenceye uğramış, mallarına el konulmuş biri Beşer Esad orada otururken oraya döner mi? Halepçe’den kaçan Kürtler örneğin, Saddam izin vermiş olsaydı bile oraya geri döner miydi? Miloseviç böyle bir garanti vermiş olsaydı, Boşnaklar oraya geri döner miydi? Bu kadar ütopik olmayalım. Yani, sorunun çözümünün tek başına Türkiye’nin atacağı adımlarla mümkün olmayacağını söylüyorsunuz. Bu sorunun çözümü için 2012’de Suriye’nin, Rusya’nın da imzası olan bir Anlaşma var, Cenevre-1 Anlaşması. Geçici bir hükümetin kurulması hükmü var burada. Aynı Anlaşma 2015’te Birleşmiş Milletler tarafından da onaylandı ve bir BM kararı haline geldi. İşte ancak Birleşmiş Milletler garantörlüğünde böyle bir geri dönüş söz konusu olabilir. Bu sorun ancak uluslararası kurumlar nezdinde bir diplomasi ve anlaşmayla çözülebilir. Cenevre-Astana-Soçi süreçlerinin hepsi kadük kaldı bugün. Türkiye bakımından ise, Göç İdaresi ve diğer ilgili kurumlar tarafından Göç sorununun çok kötü bir şekilde yönetildiği şüphe götürmez. Biz Gelecek Partisi olarak bir Göç Bakanlığı’nın acilen kurulmasını ve bu sorunun müstakil bir Bakanlık tarafından yönetilmesini öneriyoruz.”
“Suriyeliler göçmen sorunun sadece bir kısmıdır”
“Yine de tüm bunlara rağmen, dünyada göç sorunu yaşanmaya devam edecek, Türkiye’de göç almaya da göç vermeye de devam edecektir. Göç sorununa vizyoner yaklaşmak bu bakımdan önemlidir. Suriyelileri gönderelim göç sorunu çözülsün demekle, bugün bir krizi kısmen çözersiniz ama sağlıklı olan bu konuda ilkeli ve tutarlı bir politikanız olması ve stratejik planlamayla bu sorunu yönetmenizdir. Suriyeliler göçmen sorunun sadece bir kısmıdır. Bunu iyi anlamamız gerekiyor.”
İstanbul Gelecek Meclisi’nde yapmış olduğunuz çalışmada ne gibi çözüm önerileri sunuyorsunuz?
“İstatistiki açıdan ele aldığımızda İstanbul’da herkesin tahmin ettiğinden daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız. İstanbul, Şam ve Halep’ten sonra Suriyelilerin en kalabalık olduğu 3. şehirdir.
Uluslararası Göç Örgütü’nün 2019 yılında 39 İlçe ve 961 Mahalle’de yaptığı saha araştırmasına göre, İstanbul’da 1.660.395 göçmen yaşamaktadır. Bugün bu rakamın 2 milyona yaklaştığı tahmin edilmekte. Başka deyişle, İstanbul’da her 10 kişiden biri göçmendir ve bu göçmenlerin yarısını Suriyeli “Geçici Sığınmacılar” oluşturmaktadır. 450 bin nüfuslu Kağıthane’de ise 70 bine yakın göçmen bulunmaktadır. Gelinen noktada, göçmen nüfusun kabul ülkesine uyumu ve kabul ülkesindeki vatandaşların göçmenlere karşı tutumunda kaygı verici bir durum ortaya çıkmıştır. Biz bu konuda, kapsamlı bir strateji ve uzun vadeli ve sürekliliği olan bir eylem planı yapılmasını öneriyoruz.”
“Göçmen nüfusun bulunduğu ülkeye uyum ve entegrasyonunun birinci koşulu şüphesiz, kabul ülkesindeki vatandaşların göçmenlere olan yaklaşımına bağlıdır. İçinde bulundukları toplum göçmenleri ne kadar kabul etmeye hazırsa, göçmen nüfusun o topluma uyumu ve onunla entegrasyonu da o kadar kolay hale gelir. Tam da bu nedenle, atılması gereken ilk adım, göçmen nüfusa karşı üretilen örgütlü veya örgütsüz pejoratif propagandaların önüne geçilmesidir.
Çözüm önerilerimizi birkaç madde halinde sıralayayım:
1- İBB tarafından sosyolog, hukukçu, psikolog, pedagog ve yerel yönetim temsilcilerinden oluşan bir heyet tarafından şehrimize giriş yapan ve mevcutta İstanbul’da ikamet eden göçmenler için Arapça, İngilizce, Urduca gibi dillerde kapsamlı bir “İstanbul Yaşam Rehberi” hazırlanması. Bu rehberde, Türkiye hakkında genel bilgiler, göçmenlerin hakları, İstanbul’un şehir rehberi, günlük hayatta (kamusal alanda, otobüste, evde, alışverişte vb.) toplumsal davranış kuralları, kamu hizmetlerine erişim, iş yeri açma, vergi mevzuatı, çalışma hayatı gibi konular ele alınarak, göçmenlerin uyum ve entegrasyonu kolaylaştırılmalı;
2- Yükselen göçmen düşmanlığına karşı, İBB personelinin eğitiminden başlamak üzere, tüm İstanbul Halkı için “Birlikte Yaşama Rehberi” (kitap ve video olarak) hazırlanmalı; göçmenler hakkındaki ön yargıların ortadan kaldırılması, göçmenlerin uluslararası hukuktan, Anayasamızdan ve T.C. yasalarından kaynaklanan hakları bu rehberde yer almalı. Rehberde yer alan hususlar billboardlar, İBB TV, Toplu taşıma araçlarında yer almalı ve İstanbul halkı bu konuda bilinçlendirilmeli;
3- Göçmenler ve yerel yönetim yönetimlerde görevli kişilerden oluşan mahalle, ilçe ve il bazında örgütlü Göçmen Meclislerikurulmalı; bu Meclisler göçmenlerin sosyal, hukuki, ekonomik ve kültürel entegrasyonda yaşadıkları sorunlarının dile getirildiği platformlar olmalı;
4- İl Göçmen Meclisleri, göçmen nüfus içindeki yazar, şair, müzisyen gibi sanatçıların da dahil olacağı, ana ekseni göçmenlerin uyum ve entegrasyonu olan kısa film çalışmaları yaparak, tiyatro oyunları sergileyerek makro düzeyde var olan hoşnutsuzluk ve kırılganlıkları mikro düzeyden başlayarak düzeltme ve onarmaya çalışılmalıdır. Yine, ortak müzik dinletileri hazırlayarak, göçmenlerin ve kabul ülkesi sanatçılarının birlikte performans sergilediği etkinlikler de her iki tarafın kaynaşması için çok olumlu etki oluşturacaktır.
5- Yaş gruplarına göre, İBB’nin İSMEK gibi yaygın eğitim kurumları vasıtasıyla “Türk Dili ve Kültürü” dersleri belirli bir sistematik ve takvim içerisinde verilmeli. Uyum ve Entegrasyonun önündeki en önemli engellerden olan dil sorunu ortadan kaldırılmalıdır. Dil derslerine paralel olarak Türk Kültürü dersleri de her yaştan göçmen için Türk Toplum yapısının özümsenmesi bakımından faydalı olacaktır.
6- Özellikle dezavantajlı göçmenlerin (dul kadınlar, öksüz ve yetimler, engelliler, yaşlı ve bakıma muhtaçlar vb.) ekonomik sorunlarının sosyal yardımlar ile çözülmesi ve bunlar arasında çalışabilecek durumda olanların istihdam piyasasına entegrasyonu için AB Fonları başta olmak üzere, BM Ajansları için projeler hazırlanarak hibe ve destek alınması için çalışmalar yürütülmelidir.
Geçtiğimiz birkaç haftadır, kamuoyunda göçmen karşıtlığını tırmandıran ve aklı başında herkesin “ırkçı” olarak değerlendirdiği bir propagandanın yoğunlaştığına şahit oluyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
“Akıldan uzak, nefret söylemi içeren ve popülizm yüklü bu propagandanın hiçbir gerçekliği yoktur. Bir miktar konu dışına çıkmış olacağız ama, dünyada otoriter baskıcı, dışlayıcı popülist yönetimlerle, insan haklarına dayalı kapsayıcı demokratik yönetimlerin birbirinden ayrıştığı noktalardan biri de budur. Genel Başkanımızın geçtiğimiz gün verdiği bir mülakatta söylediği gibi “Türkiye çağdaş standartlarda demokratik bir ülkedir ve her şeyden önce riayet etmemiz gereken husus insan hak ve özgürlükleridir, bakın vatandaş hak ve özgürlükleri demiyorum, insan hak ve özgürlükleri. Tarih boyunca bizim devlet geleneğimize yakışan da bu olmuştur. 2. Dünya savaşı sırasında veya sonrasında otokrasiyle yönetilen birtakım ülkelerde olduğu gibi, toplu halde, uluslararası hukuka ve az önce değindiğim gibi insan onuruna aykırı şekilde göçmenlerin zorla sınır dışı edilmesinin bir seçenek olarak tartışılıyor olması bile utanç vericidir.”
“T.C. vatandaşlığı bu kadar ucuz olamaz”
“İşsizlik, geçim sıkıntısı, enflasyon gibi ekonomik zorlukların had safhaya ulaştığı ve insanımızda bundan kaynaklı gergin bir psikolojinin de oluştuğu bugünlerde, bu gergin psikolojiyi de kullanarak, bilinçli bir şekilde göçmen karşıtlığını kaşıyan bir siyasi söylem var. Hepimizin bu konuda müteyakkız olması zorunlu. Nefret söylemi de içeren bu yoğun propagandanın etkisiyle yarın bir veya birkaç şehirde göçmenlere karşı saldırılar olursa, ki geçtiğimiz sene bu gibi olaylara şahit olduk, bunun vebalini kim karşılayabilir? Göç politikasının koordinasyondan uzak oluşunu, sınırlarımızın kevgire dönmesini, elini kolunu sallayan herkesin sınırlarımızdan hem de videolar çekerek geçişini, onurlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının 250 bin dolar gibi komik bir rakamla verilmesini kıyasıya eleştirmeliyiz. Bunların hiçbiri asla kabul edilebilir, hoş görülebilir değildir. Düşünebiliyor musunuz, 8 kişilik bir aile gelecek, Türkiye’de 250 bin dolarlık bir ev alacak, kişi başı 30 küsur bin dolara vatandaş olacak; Allah aşkına bu T.C. kimliğine hakaret değil de nedir? Şimdi 450 bin dolara çıkarılmış olması da bir şey değiştirmez. T.C. vatandaşlığı bu kadar ucuz olamaz.”
“Göçmenlerin hepsini zorla göndereceğiz diyenlerin söylemlerindeki en büyük akıl dışılık buradadır”
“Bu durumda eleştirmemiz gereken, tepki vermemiz gereken bizatihi göçmenlerin kendisi değildir; hükümetin ısrarla devam ettirdiği akıl dışı ve beceriksiz göç politikasıdır. Ayrıca, geçici koruma statüsündeki Suriyelilerle, kaçak olarak sınırlarımızdan giren Afganları ya da 20-30 bin dolara vatandaşlık alan yabancıları aynı şekilde değerlendiremeyiz. Zaten, göçmenlerin hepsini zorla göndereceğiz diyenlerin söylemlerindeki en büyük akıl dışılık buradadır. Bir tanesi uluslararası diplomasi ve hukuk diğeri sınır güvenliği ve bir başkası iç hukuktaki birtakım düzenlemelerin konusu olan birbirinden farklı konuları tekdüze bir şekilde ele almak ve çözeceğiz demek popülizmden başka bir şey değildir.”
Son olarak, yakın zamanda patlak veren Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişlimi sonrası da gördük ki Ukrayna’yı terk eden insan sayısı 3 hafta gibi çok kısa bir süre içinde 4 milyona yaklaştı. Bunun ne denli büyük bir insan hareketliliği olduğunu hayal edebiliyor musunuz?
“Acıları yarıştırmak asla kabul edilemez. Ancak Avrupa’da bir kısım ülkelerin dikenli tellerle örülmüş, en temel ihtiyaçların dahi insan onuruna yakışır şekilde karşılanamadığı kamplarda sefalet içinde yaşamaya terk ettiği Suriyeli mülteciler ile daha sınır kapılarında çiçeklerle karşıladığı Ukraynalı mültecilere yönelik tutumlar kıyaslandığında, Avrupa’nın riyakar ve ayrımcı yaklaşımını hemen fark edebiliyoruz.”
Göksenin Aktaş-İstanbul Gündemi
Yorum Yazın